Yüce emir, Hâcer ve yavrusunun, mukaddes topraklara gitmesini buyurur. İki yaşındaki İsmail’in küçük ve güzel ayakları, kutlu “elçi”liğini, kuma ve toprağa vurarak başlatır. Adeta Hz. Peygamber’in ciğerparesi Hüseyin’in Kerbela’daki susuzluğunu, yüzyıllar öncesinden, Hâcer ve İsmail’e haber vermiştir.
Ruha ve bedene şifa ve hayat veren zemzem, ağacın altındaki gölgelikteki gariplerin susuzluğunu giderir, nefes aldırır, ferahlık verir.
Öncesinde Hâcer’in İbrahim’e çığlığı gelir: “Bizi bu ıssız vadide kime bırakıp ta, geriye gidiyorsun?” Hâcer, İbrahim’e “Bizi hiçbir ekinin bitmediği ve kimsenin yaşamadığı bu vadiye bırakıp gidecek misin?’’ diye sorar.
Oğlu ve karısını, bu ıssız yerde adeta ölüme terk etme İbrahim’e zor gelir ve Allah’a dua eder:
“Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler.” (İbrahim, 37)
Biricik yavrusunu ve zevcesini ıssız bir çölde bırakan İbrâhîm (a.s.) onlar için ayrıca şu duâyı yapar: “Ey Rabbim! Burayı emîn bir belde kıl! Halkından Allâh’a ve âhiret gününe inananları çeşitli meyvelerle rızıklandır!..” (el-Bakara, 126)
Bir vadide kendisine su bahşeden Allah’a şükreden Hz. Peygamber (sav), binlerce yıl sonra şöyle nida eder: “Allah, İsmail’in annesine rahmet etsin. Eğer suyun önü kapanmasaydı zemzem akıp giden bir ırmak olurdu.” (Buharî)
“Bizi bırakmanı Allah mı emretti?” diyen Hâcer, sorusuna aldığı cevapla “Allah bize yeter.” diyerek sabır, teslimiyet ve rızanın yüceliğini gösterir.
Su biter…
Çocuğun susuzluktan öleceğini düşünür ve ölümünü görmemek için, ondan biraz öteye gider.
Safa ve Merve tepeleri arasında nefes nefese kalan Hâcer, ölümü ve yalnızlığı en yakınında hisseder ve sayini tamamlar. Beytullah’ın inşası, kutlu insanları, yani peygamber baba ve oğlu bekler… Hâcer hüzünlüdür, gözü yaşlı, dimağı kurumuş, biçare kadındır… Kucağında, ağlayan ve feryat eden İsmail’iyle kimsesizdir… Ancak Sonsuz güç, kuvvet ve kudret sahibi Yaratan, bebeğin ayaklarıyla binlerce yıl akan suyu ikram edecektir.
Su, hayatı ve insanları, Mekke’ye taşır. İlk gelenler, Cürhümîlerdir… Suyu kullanmak için ruhsat isterler, kimsesiz, ancak güçlü kadın Hâcer’den…
Cürhümîlerin konaklamasına izin, yalnızlığın giderilmesini ve medine’nin modeli, Mekke’nin inşasını getirecektir.
“Suda hak iddia etmemek şartıyla….” Hâcer onlara izin verir. Böylece Mekke’nin ilk sâkinleri, Cürhümîler olur.
Yedi yaşındaki İsmail’in kurban edilme rüyasını, İbrahim görür. Şeytanın İbrahim ve İsmail’e vesvese vermesi, baba ve evladını yollarından ve istikametlerinden geri döndürmez. Tağut ve firavunlarla savaşanları, daha zor bir mücadele bekler, yani onlar nefis ve ruhlarıyla çarpışırlar. Sonuç ve akıbet, inananların olur. Kurtuluş gerçekleşir… Nefis yenilir… İhtiraslar yenilir… Hakikat gâlip olur.
Allah’ın, oğlu İsmail’i kurban etmesini istemesi karşısında İbrahim tereddütsüzdür, kararlılıkla yüce emri yerine getirir. İstikamet üzere olmak, Şeytanı çıldırtır…
Şeytan tarafından vesvese verilmek istenen Hâcer, durumu tevekkülle karşılar.
“Öyleyse Rabbim bizi korur, zâyî etmez!” der. Şeytanın tuzaklarına düşmeyen Hâcer, İsmail’in kurban edilmesine rıza gösterir: “Emrolunduğunu yap”
İmtihanı kazanma ve mükafaat…
İsmail, annesini Hicr denilen (Kabe’nin bitişiğinde yarım daire şeklindeki duvarla çevrili) mübarek yere defnetti.
Hâsılı, yüce ruhlu ve yüce gönüllü Hâcer, çevreden gelenlerle Mekke’de yaşamış, orayı imar etmiş ve Mekke’de (rivayetlere göre) 96 yaşında vefat ederek Hicr’e defnedilmiştir.